DOST TAVSİYESİ

Name:
Location: İzmir, Türkiye

Still human...

Thursday, May 31, 2007

Böbrek Taşı Olanlara Öneriler:

Eğer böbrek taşı düşürüyorsanız kimse bunun sıkıntısını sizden daha iyi bilemez. Bu durumun tekrarlamaması veya mevcut taşınızı büyütmemek için işte doktorların önerileri:

1)
Kola, kahve, hazırkahve gibi ürünleri mümkünse tüketmeyin ( kendinize hakim olamıyorsanız arkasından bol su için ).
2) Bira sanılanın aksine böbrekleri yorar ve pH dengesini bozar, özellikle siyah biradan uzak durun. (Yerine şarap içebilirsiniz)
3) Günde en az 2 litre su tüketin, 1.5 saatten fazla susuz kalmamaya çalışın.
4) Marul gibi yeşillikleri diyetinize çok fazla katmayın.
5) Limon veya limonata taş dökmenize yardımcı olur, bol bol tüketin.
6) Kuruyemiş, çikolata, baharat çok tüketiyortsanız azaltın.
7) Diyetinizin tek yönlü değil dengeli olmasına özen gösterin.
8) Haftada 2-3 fincan ıhlamur için.

Wednesday, May 09, 2007

Efendi Bir Kediye Dair...

Geçen gün tanıştık kendisiyle... Dar, bozuk bir yolda hızlı adımlarla yürüyor, bir yandan da yol üzerindeki çeşitli engelleri kazasız belasız atlatmaya çalışıyordum... Tam köşebaşını döndüğümde aniden ilişmişti gözüme... Azıcık pasaklı ama efendi mi efendi sihay-beyaz bir kedi... Önünde durduğu dükkan bir kasap değildi... o zaman ciğercinin kedisi olamazdı bu efendi kedi... peki kimdi, neden o dükkanın önündeydi? Herneyse geçip gitmiştim selamımı vererek, ne de olsa efendiydi, alınabilirdi. Gün yarın olduğunda ise ne hikmettir yolum yine efendi kedinin olduğu sokağa düşmüştü... Ve yine tam o dükkanın önünde, çömelmiş, bağdaş kurmuş, kuyruğunu efendice toplamış yoldan gelip geçen teyzeleri amcaları seyrediyor, tanıdıklarıyla selamlaşıyordu... Bense şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım... O kadar kedi görmüştüm şimdiye dek ama böylesine garip olanını, evet garip olanını görmemiştim... Bir an aklıma küçüklüğümde okuduğum "Alice Harikalar Diyarında" adlı hikayedeki kedi geldi... O da en az bunun kadar garipti... Ben yine hızlı hızlı geçtim gittim yanından ve elbette selam vermeyi de unutmadım... Ertesi gün bu sefer bilinçli olarak o sokağı tercih etmiştim... Köşeyi döndüm vee... Yine aynı yerde oturuyordu efendi kedi... Yahu bu hiç mi kıpırdamıyor diye düşündüm ister istemez... Bir de fark ettim ki oturduğu yerin altında yoldan yüksekte gelip geçenleri rahat rahat seyretmesini sağlayan bir beton yükseltisi var, zaten bu sokakta herşey bir garip diye düşündüm... hata bende... iyice baktım hem sağa hem sola, ıı hiç kasap falan yok.. Bu efendi kedi belliki başka bir sebeple seviyor bu sokağı... Ben burada doğdum burada öleceğim der gibi.. Bakalım ilerleyen günlerde neler olacak neler görüp öğreneceğim bu efendi kedi hakkında... Öğrendikçede sizinle paylaşacağım elbette... Görseniz pek sevimli pek muhlis... Allah nazarlardan saklasın :)

STATÜ ENDİŞESİ

"Bize düşüncelerimiz şekil verir; düşündüğümüz şey oluruz. Zihin kötülüklerden arındığında, neşe, asla terk etmeyecek bir gölge gibi onu takip eder."
İnsan yaşamındaki en büyük endişelerden biridir statü. Birisi bize sen şusun dediğinde hemen ona dönüşeceğimizi sanarız, adeta yapıştırılabilen bir etikettir statü. Kimi zaman en yakın arkadaşımıza bile statümüzü hatırlatma gereği duyarız; ben falancayı tanıyorum, filanca ile yemek yemişliğimiz vardır veya bilmem kaçıncı göbekten akrabamdır. Zihni bu statü endişesinden kurtarmak gerçekten zordur ve çoğu insan statüsüz bir yaşamın varolamayacağına inanır. Hava atmak dediğimiz şey de aslında tam olarak buradan gelir çünkü insanlara ispat etmek isteriz; "bakın ben sizin sandığınız kişi değilim, ben çok çok mükemmel, kusursuz biriyim." Statü endişesi ile kavrulan bir insan için hayat kapkara bulutlarla kaplı bir mutsuzluklar ülkesidir, her anında nereden geldiği belli olmayan bir yıldırımın üzerine düşmesinden korkar, çünkü statü etiketi istenildiği gibi yapıştırılıp çıkarılabilir. Böyle bir çölde hiç bir canlı yaşamak istemez. Öyleyse ne bekliyorsunuz! Bir kerecik olsun kurtulmayı deneyin ondan ve varolmanın dayanılmaz hafifliğini tadın. Neşelenin biraz...

Sonsuzluk ve Huzur

Merak ediyorum acaba sonsuzluk neden huzur duygusunu canlandırır içimde... Bırakamıyorum işte, ne düşünmeyi ne de kendimi yok saymayı... Zavallı ben... Zaman Helenistik bilmem kaçıncı yüzyıl değilki... Geride kaldı o yıllar... Sen sonsuzluğa karışmış bir zamana özlemle yaşayamazsın. Mutlak bilgiye sadece düşünce deneyleriyle ulaşamazsın. Zavallı ben... Ne de kolay olurdu öyle değil mi? Hem zaman olsam hem de sonsuzluk. Halbuki, zaman da karşı bilgiye, sonsuzluk denilen o şekilsiz ucube de... Apaçık karartırlar tüm evreni bilerek... Araki bulasın birini... Huzur ve sonsuzluk ya da sonsuzluk ve huzur... Sanki ne diye savaşmazlar kendi aralarında hangimiz öncül olacağız hengimiz hangimize koşut. İşlerine gelmediğinden belki de... Belki de benim mutlak bilgiye ulaşmamdan korktukları için... Artık kaosu arzular oldum, gerçeği orada arar... Ama kaosta aslında sonsuzluk ve huzur... Sadece çerçevenin dışına taşmalı biraz ya da fazlaca içine girmeli... Kaçış yoksa kendimden belkide herşeyden vazgeçmeli... Bırak işte peşimi eyyy huzur denen illet. Çünkü sen sonsuzluksun benim gerçeğim değil... Mutlak bilgi sende değil... Gölge etme artık bana, güneşte kurumaya hasret dudaklarıma... Ve bırak, bırakta artık fısıldayayım sessizce... Aşkı, sevgiyi, vefayı ve şevkati ve sadakati ve güveni... Çünkü onlar sonsuzluk değil... Huzur, hiç değil...

Blog nedir?

Cuma cuma kafama takıldı; blog nedir? Belki, ne değildirle başlarsam ne olduğunu ortaya çıkartırım dedim, çünkü bu bilimsel bir yaklaşım. Nede olsa bir şekilde bir yerlerden başlamak lazım. Örneğin blog başkalarının yazdıklarından alıntı değildir, çünkü kişiseldir. E-posta ile gönderilen iletilerin özel bir sebep olmadan yayınlandığı bir yer de değildir blog. Önemli olan kişisel birşeyler katıp farklı olmaktır, yapılmışları tekrar etmek değil. Bu bakımdan bu sitedeki blog yazarlarının gerçekten de bir bilinçle hareket ettiğini söylemek zor, en azından büyük bir çoğunluğun bu şekilde olduğu daha başlıklarından (eğer varsa) ya da ilk cümlelerinden anlaşılıyor. Çünkü blog yazıları beğenilme kaygısının gölgesi altında ezilmez, ezilmemelidir. Blog yazarının tek amacı kendini ifade etmektir, başka bir kimliğe bürünmek değil... Belki de bu apolitikleştirilmiş, geleceğine yön vermekten uzaklaştırılmış, hayattan soğutulmuş bir gençliğin çığlıklarıdır, kim bilir... Üzülmemek elde değil.